Atatürk’ün babası Ali Rıza
Efendi, Selanik’te 1839 yılında doğdu. Selanik’te Abdi Hafız Mektebi’nde
okuduğunu ve Vakıflar İdaresi’nde “ikinci katip” olarak memuriyet yaptığını
bildiğimiz Ali Rıza Efendi, sonradan Rüsumat İdaresi’ne girmiş ve “Gümrük
Memurluğu” görevlerinde bulunmuştur. Ali Rıza Efendi’nin gümrük muhafaza
memurluğu görevi, Selanik yakınlarında, Olimpos Dağı eteklerinde bulunan
Katerin Kazası’na bağlı Papazköprüsü (Çayağzı)’nde idi. Selanik ile bütün
civarının ve hatta İstanbul’un odun ve odunkömürü ihtiyacını temin eden bu
bölgede bir kaç yıl görev yaptıktan sonra Rüsumat’tan da ayrılır. Ayrılmasında,
bu bölgede asayişin gittikçe bozulması ve Rum çetelerinin devamlı baskınlarla
huzuru bozmaları rol oynamıştır. O yıllarda yeni evli olan Ali Rıza Efendi,
eşini bu karışık ortamdan kurtarmak istemiştir. Onun buradaki görevinin
1870’lerden itibaren 1880-1881 yıllarına kadar devam ettiği biliniyor. Bu
tarihlere göre Ali Rıza Efendi, evlendiği tarihlerde ve Mustafa Kemal doğduğu
sıralarda Çayağzı’ndaki bu görevde idi. Nitekim, Zübeyde Hanım, Mustafa
Kemal’in doğduğu günlerden bahsederken, “O zamanlar Ali Rıza Efendi’nin
memuriyeti Selanik civarında Çayağzı’nda idi, bazı geceler eve gelmiyordu” der.
1935 yılında ele geçirilen ve
Ali Rıza Efendi’ye ait olduğu tespit edilen bir fotoğrafla ilgili olarak
yapılan araştırmalar sonucu, onun 1876-1877 yıllarında Selanik’teki “Asakir-i
Milliye Taburu”nda “Birinci Mülazım”, Üsteğmen rütbesiyle görev yaptığını
öğreniyoruz. Mensubu olduğu “Selanik Asakir-i Milliye Taburu” 1876 Osmanlı-Sırp
Savaşı’nın başladığı günlerde Şura-yı Devlet Başkanı olan Midhat Paşa’nın
teşebbüsleri ile kurulmuş “gönüllü taburlar”dan biridir. Halktan gönüllülerin
iştiraki ile orduya yardımcı olacak böyle bir kuvvetin teşkili fikrini ön safta
destekleyenler arasında Namık Kemal ile Ziya Paşa da vardır.
İlk hareket İstanbul’da
başladıktan sonra, Selanik’te memurlardan ve halktan yazılan gönüllüler “Millet
Askeri” adı altında bir tabur kurmak ve savaşa hazırlanabilmek için hükümetten
silah istemişlerdir. Başarılı bir eğitim yapan bu taburun İstanbul’a
getirilmesinin halkı teşvik edeceği düşünülmüş ve Ali Rıza Efendi’nin de
bulunduğu tabur, Orhaniye Zırhlısı ile 24 Aralık 1876’da payitahta varmıştır.
Büyük törenle karşılanan tabur, Midhat Paşa önünde resmi geçit yapmış ve Süleymaniye
Kışlası’nda misafir edilmiştir. Ali Rıza Efendi bu taburun ikinci bölüğünde
Üsteğmendir. Ali Rıza Efendi, Selanik Islahhane Mahallesi’nde, Emir Bostan’da
ve Numan Paşa Camii avlusunda “Asakir-i Milliye”ye askeri talimler
yaptırmıştır. Bu tabur sonradan II. Abdülhamit tarafından, daha 1877-1878
Osmanlı-Rus Harbi’nin sonucu alınmadan lağvedilmiştir.”
Ali Rıza Efendi, 1881’den
sonra Rüsumat İdaresi’ndeki görevinden ayrılır. Kereste ticaretine atılır.
Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ve babasını tanıyan Kütahya Milletvekili Hacı
Mehmet Somer’in anlattığına göre, Ali Rıza Efendi’nin kereste ticaretine atılmasında,
Çayağzı’nda iken tanıştığı ve iyi paralar kazandıklarını gördüğü tüccarlar
etkili olmuştu. Elindeki bir miktar parayı koyarak ve Cafer Efendi ile ortaklık
kurarak ticaret hayatına atılan Ali Rıza Efendi, önceleri iyi para kazanıyordu.
Fakat sonradan işleri bozuldu. Buna sebep olan da yine haraç isteyen “Rum
eşkiyalar” idi. Hacı Mehmet Somer bu durumu şu şekilde anlatıyor:
“Ali Rıza Efendi kereste
ticaretine varını yoğunu vermişti. İlk zamanlarda büyük başarılar gösteren bu
teşebbüs, Katerin’in ezeli belası olan eşkiyaların hırslarını tahrik etti. Ali
Rıza Efendi’yi para göndermesi için tehdit ettiler. Şayet para göndermezse.
kerestelerini yakacaklarını bildirdiler. Bu sebeple orman mıntıkasına gitmek,
işlerini kontrol etmek mümkün olmuyordu. İşlenmiş keresteleri sahile nakletmeğe
korkuyordu. Çünkü bu keresteler eşkiyalar için rehine mahiyetinde idi. Nihayet
Ali Rıza Efendi’den ümit ettikleri para gelmeyince, bütün keresteleri yaktılar.
İşçileri de tehdit ettiler. İşçiler de dağılıp gittiler. Bunun üzerine Ali Rıza
Efendi, yangından mal kaçırır gibi, mümkün olabileni kurtarmaya çalıştı."
“Buradaki eşkiyaların hepsi
siyasi çetelerdi. 1298 (1883) tarihinde Teselya’nın Yunanistan’a
terkedilmesiyle, Yunan hududu Katerin Kazası’na ve Olimpos dağlarına dayanmakta
idi. Bütün mesele bundan ileri geliyordu. 1877 Rus harbinden sonra Makedonya
çetelerle dolmuş, artık buralardaki Türklere rahat kalmamıştı. Bu siyasi
çeteler yüzünden Ali Rıza Efendi’nin ticareti de bozuldu.”
Makbule Hanım da , babasının
işlerinin Rum eşkiyalann faaliyetleri sonucunda bozulduğundan bahsettikten
sonra, onun “tuz ticaretine başladığını ve mağazasında bulunan tuzların toptan
eridiğini, bu işten de ziyan gördüğünü, tekrar memuriyete geçmek istediğini,
bunda da muvaffak olamadığını” anlatır.
Memuriyetten ayrıldıktan
sonra giriştiği her ticari faaliyet bu şekilde başarısızlıkla sonuçlanan Ali
Rıza Efendi, bu olaylardan çok etkilenmiş ve büyük bir moral çöküntüsü içinde
hayata küsmüş ve ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Zübeyde Hanım anılarında bu
gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: “Merhumun, son günlerinde işinin fena
gitmesinden çok müteessir oldu. Kendisini salıverdi. Daha sonra da derviş
meşrep bir hal alarak eridi gitti. Kocamın hastalığı büyüdü, artık
yaşamazdı.”37 Makbule Hanım’ın ifadelerine göre Ali Rıza Efendi, “işlerinin
kötü gitmesinden çok müteessir oldu... Nihayet barsak veremine tutuldu. Üç sene
hastalık çektikten sonra vefat etti...”
Ali Rıza Efendi’nin ölüm
tarihi ile ilgili olarak değişik tarihler verilmektedir. Mustafa Kemal hatıralarında,
tarih vermeden, “...Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedildim. Az zaman sonra babam
vefat etti” demektedir. Kız kardeşi Makbule Hanım ise anılarında, kendisinin
doğduğu günlerde (1885), babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini
ve ilk yaşını doldurduğunda da hastalığın çok ağırlaştığını ve en küçük kız
kardeşi Naciye (doğumu: 1889) kırk günlük iken babasının vefat ettiğini
anlatır.
Bu durumda Ali Rıza
Efendi’nin ölümünün 1899 veya 1990’ın ilk aylarına rastlaması gerekir. Mustafa
Kemal de o sırada dokuzuncu yaşının içindedir. Ve Şemsi Efendi Okulu’nun üçüncü
sınıfındadır. Afet İnan, “Mustafa, daha ilkokul çağında babadan yetim
kalmıştır” derken; Ali Fuat Cebesoy da, “babası öldüğünde Mustafa Kemal’in 9-10
yaşlarında olduğunu” yazmaktadır.
Bütün bu anılardan elde
edilen bilgilere rağmen, Faik Reşit Unat, Ali Rıza Efendi’nin 28 Kasım 1893
tarihinde öldüğünü belirtmektedir. F.R. Unat, belgeyi yayınlamadan, bu tarih
ile ilgili olarak, Makbule Hanım’a ilk kocasından ayrıldıktan sonra babasından
aylık bağlanmasına ait dosyadaki belgeleri kaynak göstermektedir. Mustafa
Kemal’in Manastır Askeri Lisesi’ne girişi olan 13 Mart 1896 tarihinden geriye
doğru gelindiği zaman, Askeri Rüştiye, Mülkiye Rüştiyesi ve çiftlikte geçirdiği
yaklaşık dört buçuk aylık süre dikkate alınınca; Faik Reşit Unat’ın belirlediği
tarihin doğru olması ihtimali yüksektir. Bu nedenle, Ali Rıza Efendi’nin
ölümünü 1893 yılı kabul edersek, kendisi 54, babasının vefatında Mustafa Kemal
12 yaşında olmaktadır.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil